enflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
32,3374
EURO
34,8108
ALTIN
2.390,60
BIST
10.276,88
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Kocaeli
Az Bulutlu
18°C
Kocaeli
18°C
Az Bulutlu
Pazar Açık
19°C
Pazartesi Açık
24°C
Salı Açık
27°C
Çarşamba Az Bulutlu
22°C

Siyaset – Din Çatışması Üzerine

21.09.2022
A+
A-

Siyaset-Din ya da Din siyaset ilişkisi geçmişten günümüze her daim tartışma konusu olmuştur. Bu ilişki aslında tarihi süreç içerisinde baktığımızda ekseriyetle “çatışma”  üzerinden cereyan etmiştir.

Peki neden?

Siyaset ve Din sosyolojisi açısından konuyu ele aldığımızda önümüze ne gibi bir sonuç, durum çıkmaktadır?

Karşılattığımız çatışma hali doğal bir sonuç olarak mı değerlendirilmelidir? Öncesinde çatışmanın temel dinamiklerine ayrışma noktalarına inelim.

Her iki kavram da bir iktidarı bir otoriteyi disiplini hiyerarşiyi temsil etmektedir. Bu temsilde;

Ruhsal iktidar Dini, düşünsel iktidar siyaseti temsil ediyor. Ruh ve düşünce birbirinden ayrılamayacak bir töz olduklarından bu ilişkinin de ayrılamaz olduğu kati bir durumdur.

Su götürmez gerçektir ki yeryüzü dinin ve siyasetin dogmalarının eşiğinde sistemleşir.

O yüzdendir ki hem dini ilimde hem de siyasi zeminde büyük bir yeri olan Aliya Izzetbegoviç şu tespiti yapmaktan geri durmamıştır; “ Hiçbir Din yoktur ki, Siyasi bir harekete dönüşmesin”

O zaman bu ikisi arasında ki kadim çatışma nereden doğuyor? Osmanlı’da bile payitaht ve medreseler arasında, dört halife ve Emeviler, Abbasîler döneminde ve dahasında Osmanlıda Sivasiler- Kadızadeler arasında ve günümüzde çatışmadan ziyade uzlaşması gereken bu iki değer neye istianeden çatışıyor?

Artık sorulardan çıkıp teşhise yada cevaba doğru yol alalım.

İki açıdada rab olma durumu vardır. Din ve siyaset kılıçtır. Yay ve ok pozisyonuna getirilmezler ise iki kılıç hep birbirine çakar. Şunu asla unutmamak lazımdır ki toplumda çoğunluğun dinsizliğinin olmadığı yerde, dinsiz sosyal, siyasal yaklaşım, tutum rüyadan bir öteye geçmez. O yüzdendir ki hiçbir siyasi oluşum, Ateizm, Deizm, Agnostizm üzerinden kendisini kurgulayamaz.

Sözün özü bu çerçevede Siyasette Skolastizm (  İnanç ile bilgiyi bilimsel açıdan uyumlaştıran ideolojik disiplin) şarttır. Bu aşamada dinin de aynı oranda mukabelesi şarttır. Her iki alanın iktidar sınırları, algıları objektif ve adil dizayn edilmediğinden çatışma yaşanmaktadır. 1789’da din karşıtlığı eksenli Fransız ihtilalinde bu duruma laiklik bir formül olarak devreye sokulmuştur. Lakin dinin sosyal, siyasal, kültürel şekilde varlığının yaşatıldığı yerlerde Laiklik çözümden ziyade sorunsallık arz etmiştir. Çünkü laiklik bizim gibi dini yaşayış kültürünün baskın olduğu toplumlarda, siyasal bir kavram olmaktan öte, dogma, tabu, ideoloji, ilke, değer olarak ele alınmıştır. Laiklik her şeyden öte siyasi bir formül ve kavramdır. Bu formül din karşıtı devrimlerde yaşanılan toplumun reflekslerine göre ayarlanan bir şey iken bir temel kanuna yada ideolojik tutuma tutulmuştur. Elbette ki yer yer devletin ateist bir tavrı olması tabiidir. Lakin özelliklede İslam’ın baskın bir siyaseti olduğundan ülkemize benzer ülkelerde dinin siyaseti mi, siyasetin dini mi sarmalı oluşmaktadır.

Buradaki çözüm her iki alanın kutsalını belirleme probleminin çözümüdür.

Hatırımızdan çıkarmamalıyız ki Tek tanrılı dinler gelmeden önce şehir devletlerinin olduğu dönemde topluluğun tanrıları şehrin siyasi liderleri idi. Onlar birer rabtiler. Bu konuda birçok semavi kitap o kişilerin rab edinildiğini zikreder. Asıl sorun siyasetin din üstünde olmak dahilinde halen rablik şirkine devam etmesidir.

Siyasetin gücü ve kutsalı somuttur. Dinin kutsalı gücü soyuttur. Siyasi lider sonuç odaklıdır. Dini lider süreç odaklıdır. Burada ki asıl kritik nokta ise somut olan insana her daim yakın gelmesidir. Göz hem net görendir hemde net bir yanılsamadır. Bu yanılsamada siyasi lider hem dindar hemde muhafazakâr kimliğe sahipse onun bir nevi tanrılık iddiası kaçınılmaz bir gerçektir. Bu kişi sonrasında devletin kendisi olacaktır. Tanrılık iddiasında ki devlet-siyaset, tanrı hizmetinde ki devlet-siyaset keskin çizgisi bu durumla ortadan kaldırılmıştır. Az önce bahsettiğimiz bu aşamada seküleristler tarafından devreye sokulacak olan, devleti tanrı faktöründen soyutlayan laiklik bu manada çözümden çok sorun olmuştur.

Muhafazakârlıkla dinin gibi gözüken siyasetin dini dindarlığı uhrevi tüm inanışların sömürgecisi, mandacısı olmuştur. Bu prototip lider ve siyasetin hakimiyetinde esas din, siyaset dinin gölgesinde kalmış, yüzeysel inanışta ve taklidi imanda olan dindarlar siyaset dinin de kemikleşmiş, ekstrandan bu anlayışın hakim olduğu yerde din karşıtlığı ve din dışılık artmıştır.

İnancın savunuşu, teminatı, siyasetin tekeline ve aracılığına inmiştir. İnanç siyaset altı bir duruma getirilmiş ve inanç bu durumda imani bir direnişe bürünmek zorunda kalmıştır. Din konusunda halk kırçıl bir zeminde savrulur vaziyete getirilmiştir.

Teknik açıdan dananın kuyruğunu kopartan hal ise; Siyasi teolojinin dinamikliği, dini teolojinin statikliğidir. İkisinde ki bu tezatlık problemi büyütmektedir. Teolojilerin çarpıklığı, pratiklerin ve stratejilerin ahlak dışılığına ve absürtlüğüne dönüşmektedir.

Her iki yapının temel teolojisi kutsaldır. Siyasetin kutsal, kutsal olmayan ayrımı kamusal yani tüzel ve özel ayrımıdır. Tüzel olan kutsaldır. İdeolojik zemini pratik zemine taşıyan kutsalı koruyan eylemlerdir. Kutsalı belirleyen siyaset bir nevi tanrı, kamu bir nevi onun dini pozisyonundadır.

( Dinin kutsalları siyaset gibi rölatif, göreceli olmadığından ve herkes tarafından malum olduğundan yazıyı uzatmamak adına detayına girmiyorum. Haram-helal, Günah-Sevap gibi…)

Bu aşamada devlet, siyaset; Tanrı, emanet, otorite, sahip, totalarite, temsil, denetim, organizasyon vesairesini yöneten, rehberliğini yapan, irade, ideal belirleyici yani tanrı rolündedir. Dediğimiz üzere bu hali besleyen en geçerli siyasal tutum muhafazakârlıktır. Çünkü muhafazakârlar, toplumsal kurumları, tabi gelişimin ürünleri olarak yüceltirler. Kurumların işleyişine, irade ile zeka ile yada siyasi lider kült, kutsal devlet anlayışı dışında müdahale edilemezdir.

Tüm bu zeminlerde siyaset olağan üstülüğü ve olağanlığı belirleyen bir sermayedir. Bu da bir Tanrısallaşma ve Ali Şeriati deyimi ile Dine karşı bir din savaşının tezahürüdür.

Böylelikle devletin kutsallığı inancı aslında kötü inancın sonucudur. Siyaset dininin bir sonucudur.

Devletin bekası aslında bir insan aşağılamasıdır. “Beka sendromu” siyaset dinin keşişsel bir ayinidir. Millet yada din eksenli yapılarda ferdin durumunu devletin verdiği statü, kimlik gibi şeyler değil sözleşmeler akitler ahlaki yasalar belirler.

Siyaset dininin kazanımları ahlaki riskleri beraberinde getiren hezeyanlardır.  Kazanım görünümlü hezeyanlar, dini siyaseti gibi gözüken gayri meşru olan ama meşhur meşrular zokasıdır ve bu dibine kadar siyasetin dinidir.

Son zamanlarda ise üçüncü olarak hepsini yok edecek bir paralel din devreye girmeye başlamıştır;

Timokrasi (para ve gücün yönetimi) yani bir sermaye dini…

Siyaset –devlet dininin hiyerarşisinde, devlet en üstün birliktir. Tiran, tanrı rab…

Dinin siyasetinde ise peygamberlerin dışında siyasetin dinine karşı başarılı olan yoktur. Peki, bu bize dinlerin siyasetinin, siyasetin dinlerine karşı siyaseten yenildiğini mi gösterir. Dinin siyaseti nedir?

Din, din olarak kendini kitap olarakta, lider olarakta tamamlamıştır. Eğer tamamlamamış olsaydı din de her şey lider yada kitap odaklı olsaydı, kitapta peygamberde gelmeye devam ederdi. Demek ki son semavi kitapta ki tekil değil toplumsal olan halifelik atıfı dinin siyaseti idi. Siyasetin dini bunu tek elde toplama hinliğine sığınmıştı.

Dinin siyaseti, Kitap (vahiy),  peygamber  (sünnet),  içtihat merkezli sistematiktir.  Bu sistematiğin dışında ne varsa batıldır.

Bu iki denklemi bir arada tutmak, toplumsal ahlakın dinin siyaseti ile ahlaklanmasında yatmaktadır.

 

Bir toplum kendinde olanı değiştirmedikçe Allah’ta onların üzerinde ki kaderi değiştirmez

Rad:11

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.