Toplum olarak tüm hareket ve olguları politize eden bir yapımız var. Buda otomatikman bizi aksiyolojik açıdan bir değerler bütünü ile değil sorunlar yığını ile karşı karşıya getiriyor.
Tüm teori, pratik, stratejiler bu minvalde cereyan edince,çözüm değil sorun üreten bir yapıya bürünüyoruz.
Sosyolojik açıdan bu durumun çıkış noktası bence tahayyüldünyamızın analitik-diyalektik gibi olması gereken kavramlarla sistemler değil “Politik Tahayyül” ile her şeyi dar bir kalıba haps etmemizden kaynaklanıyor.
Böylelikle politik tahayyül, gerçeğin ve hakikatin üzerine adeta bir karabasan gibi çöküyor. Politik tahayyül ’ün zorundalığı mitsel mesaj ve mitsel imaj politik arzu ile de birleşince doğru namına hiçbir şey kalmıyor. Hatta doğrularınen profesyonel şekilde kötü olmalarını sağlayan ve dönüştüren psikolojik şiddeti, mükemmellik seviyesinde bir retorik ile peşine romantizmle soslayarak, sonrasında onu anakronizmle taçlandırarak kötülüğün iktidarını besleyen pasif iyiler sürüsüne dönüşüyoruz. Çobanımız ise politik tahayyüllerimiz oluyor. O yüzden bilimsel yönden sosyal bilimcilerimiz en kısa zamanda “Tahayyülün politik ontolojisi” üzerine sıkı bir çalışma yapmalıdırlar. Bu çalışma üzerinden popüler siyaset, polemiksel ortamdan arındırılıp idealize ve realize edilmelidir.
Politik tahayyülün ontolojisi temellendirildikten sonra işin çözümsel ve eylemsel yayılmasını sağlayacak olan “Arkeolojik siyaset” eğitimde kendini göstermelidir.
Son kertede işin uygulaması da “Sosyolojik Siyaset” ile gerçekleştirilmelidir. Siyaset ve Eğitim sosyolojisi merkezli bilimsel çalışma yapılmadan, yaşanan politik tahayyülün, Realpolitik yok ediciliğinden asla kurtulamayız.
Sözün özü politik tahayyülün panzehirleri;
Ontolojik, Arkeolojik, Aksiyolojik ve Sosyolojik siyasettir