Yoğun bir pus, haşin bulutlar ordusuydu gözlerinin önünden geçen sanki.
O deli Karadeniz’in uçsuz bucaksız manzarasını dalgasını seçemiyordu.
Sonra koğuş içinde ki kehribar sesleri ile irkildi. Bulutlar ve pus oysaki koğuş içerisinde ki kaynayan alüminyum çaydanlığın buharı idi. Artvin’inin osarp dağlarından bir cezaevine yolcuğunda, eline uzatılan çay ve o cümle;
– Devrim başkan sen seversin tavşankanı demli çayı, buyurbaşkan.
Bir zamanlar Çoruh gibi akan bazen Çoruh’un akışına karşı bile yüzebilen Devrim, mücadelenin değil manzarasının da çok gerisinde idi artık.
İnce belli bardağı alıp karşısına onu Karadeniz gibi izlemeye başladı.
Koğuşun şairi de başladı Devrim’i izleyerek yazmaya…
“Çayımın deminde gizil bir manzara saklı.
Ölümün kıyısında tutuyorum, tutuşan aklı.
Sevmeyi içiyorum, nefreti kusuyorum.
Keşkem içli içli baktı, öfkem ise çok haklı.
Uzunca bir süre izledikten sonra, Çayını soğutma, hakkını ver devrim cümlesi ile Şairde devrimde irkildiçaylarına yöneldiler.
Şair bu sefer soldan alıp başını sağa çevirdi.
Koğuşun daracık penceresinden avluya dalmış, Alparslan’a dikkat kesildi.
Avluya Kırşehir’in o uçsuz bucaksız Bozkır’ı imişcesine bakıyordu. İçinde ki o bozlak havası da sönmeye yüz tutuyordu. Derinlikli bir hayatın sığ bir köşesinde eriyip giden sorgulamalarının delirmişliğine doğru yol alırken, bağlama telinin manasız sesi ile irkildi…
– Alparslan reis bari sen çalmayı bıraktın bana öğretsen de ben çalsam olmaz mı?
Bağlamayı eline aldı, sanki elindeki bağlamaya kaderi, gönlü, sevdiği gibi baka kaldı…
Ona da baka kalan şair başladı yazmaya…
“ Sormadınız, sorularım oldu.
Gelmediniz, gitmelerim oldu.
İhaneti yol yapanlara, ben kazdım o çukurları.
Başucuma masum intikam yazılı mezar taşı kondu.”
Bağlamayı ona uzatan gençte onun bakışına baka kaldı, sanki böyle bir adamın burada ne işi var der gibi bakıyor, suç fikri kafasında kendi suçuyla birlikte çalkalanıyordu ki şair onu yazmaya başladı;
“ Cezalar idamlar ve ilanlar.
Yapanlar yalandan insanlar.
Suçlar neyi suçlar?
İnsan işte o zaman anlar.”
Duygusal takvanın, karmaşık hislerin tavan yaptığı bu ortamda, idamlık Hakkı idama çağrılır.
Darağacına yollanıp bakan Hakkı bir anda darağacı ona Ağrı dağın eteği gibi gelir.
İdamı izleyen şair gözyaşlarına boğulan ıslak saman kâğıdatitreyen elleri ile yazıverir.
“ Bir ip, boğazımda kördüğüm.
Kimse bilmez iken, sonumdur benim gördüğüm.
Alnıma yazın gerekçesini.
Bir işe yarasın öldüğüm.”
Şairin şahitliğine şahit olan gardiyan ile şair göz göze geldi.
Şair gardiyanın gözlerinde buldu sözlerini ve okudu bakışlarını;
“ Parmaklıklar arası bakışların gölgesinde.
Karanlık bir emeğin sillesinde.
Küf kokan ömrün kertesinde.
Nezaretin kölesi, Adaletin neresinde?”
Ve şair cezasını çekmiş çıkmıştı içeriden.
“İçeri girdim, içerde içim refakat etti bana.
Hayat, dünya adına ne dersen de…
Kuş kafesinden çıkmış kuş gibi ruhum şimdi.
Dışarısı, dışlayacak beni içime ve içeri, ne dersen de…”