İyinin, kötünün ne olduğu ile ilgili her daim bir tartışma süre gelmiştir. Bu tartışma kanımca ontolojik (varlık bilimsel) açıdan cereyan etmediğinden ve de özellikle kötünün tarifinin iyiliğin varlığı üzerinden yapılması konuyu çetrefilleştirmiştir. Bizde konuyu netleştirmek adına ontolojik açıdan ele alacağız ve meseleye kötülük üzerinden başlayacağız.
Kötülüğün varlık bilimsel (ontolojik) anlamda mevcut olmadığı bir dünyada her türlü kötülük yapılabilir.
İyiliğinde kötülüğünde ontolojik olarak karşılığı vardır. Aslında ikisi birbirinin karşıtı değildir. Aynı hareketten doğmazlar. Aralarında ki uzlaşmazlık zıtlıktan yada yokluktan değil bizatihi varlıklarından kaynaklanmaktadır. Burada bizim konumumuzu durduğumuz taraf belirleyecektir. Tarif üzerinden taraf olmak değildir bu. Ontolojik kanıt üzerinden tarafını seçme iradesidir söylemek istediğimiz.
Bizim gibi şark toplumlarında bu konuda ki belirsizliğin kaynağı, iyiliğin var kötülüğün yok olduğu ve kötülüğün iyiliğin yokluğundan olduğu varsayımıdır. Bu tez ayrıca yaratışsal bir temele de dayandırılınca iş içinden daha çıkılmaz bir hal almıştır. Sözün özü kötülüğün, iyiliğin olmaması hali ile tarifinde ontolojik bir sınırlama olmadığı için böylelikle kötülüğün ne olduğu ile alakalı bir mutabakat oluşmamaktadır. Yaşanan bu teorik paradoks kötülüğün her an iyiliğe evrilmesine yada şekil değiştirmesine sebebiyet vermektedir.
Bu sebepten ötürü toplumun var olan Ahlak, güzel, iyi gibi kavram anlayışı kötünün değişkenliği ile paralel değişmekte ve temel paradigma hiyerarşik ve sosyolojik erozyona maruz kalmaktadır.
Böylelikle kötünün, iyinin ne olduğu ile ilgili tüm denge arzu, kültür, algı ve estetik gibi faktörlerle belirlenmekte, ontolojik tabakalaşma, toplumsal tabakalaşmaya dönüşmektedir.
Demek istediğimizi tek bir güncel örnek ile örneklendirecek olursak; televizyonda TRT kanalımızda yayınlanan Gönül Dağı” dizisinde nişanlısının emekleri vesilesi ile gözleri açılan daha öncesinde görmeyen Meryem karakterinin gözleri açıldığında nişanlısını tanımaya çalıştığında nişanlısını beldenin en yakışıklısı olan Taner zannetmesini gösterebiliriz ki nişanlısının belde de meşhur lakabı kellerin Rıfat iken gür saçlı Taner’i Rıfat sanması tamamen iyiliğin güzelliğin estetik, yükletilmiş algı ve arzu ile saptırıldığının göstergesidir. Oysaki iyinin ve kötünün direk bu faktörler ile hiç alakası olmaması gerekmektedir ki adil ve objektif olabilsin.
Peki, biz iyilik ve kötülüğü neyin ışığında belirleyeceğiz, evrensel-inançsal ilkelerin, düşüncenin, aklın ve bunların öncülüğünde Ahlak’ın, Etik’in ve İdea’nın yasaların ışığında…
Konuyu ontolojik olarak ele alırken diğer modern bilimler kötüyü nasıl belirlemektedir;
Felsefe; Aklın ışığında, kabul edilmeyen iş, olay, yada kişi ile yapmış olduğu kavram mühendisliğiyle, duygudan yoksun vaziyette belirler.
Psikoloji; İnsanın içinde var olan potansiyeller ile duygu, kurgu merkezli kişisel verilerin kişinin hayata uyumu ile ilişkilendirerek belirler.
Sosyoloji; Sosyal, siyasal, kültürel toplumsal tüm dinamikler ve onların somut-soyut sonuçlarını bir toplum bilimsel disiplin içeresinde değerlendirerek belirler.
Son kerte akıllarımıza şunu çok iyi kazıyalım;
Mutlak iyilik yada mutlak kötülük diye bir şey yoktur. Ontolojik kanıt açısından bunların asla mutlaklığını kanıtlayamayız. Hatta mutlak iyilik istemi şeytanidir. Mutlak kötülük arzusuna yol açar. Mutlaklık dayatması zıt kavramların tekelini oluşturur. Karşılaştığımız bu tekelleşme sonucunda iyi- kötü tanımları devamlı suretle röletifleşir, nötrleşir.
Ne kötüsüzlük iyidir ne iyisizlik kötüdür. İkisi de ayrı varlardır.
Not: Konu ile ilgili destek ve katkılarından dolayı “Âlim Uçar” dostuma, hocama teşekkürlerimi sunarım…
Kesinlikle çok doğru tespitler yasin hocam kendimden çok şey buldum makalede saygilar