enflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
32,4375
EURO
34,7411
ALTIN
2.439,70
BIST
9.915,62
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Kocaeli
Az Bulutlu
17°C
Kocaeli
17°C
Az Bulutlu
Pazar Az Bulutlu
18°C
Pazartesi Hafif Yağmurlu
16°C
Salı Çok Bulutlu
19°C
Çarşamba Az Bulutlu
21°C

İslam Siyasetinde Ensar Sorunu Üzerine

10.04.2022
A+
A-

İslam siyasetinde Müslümanlar arasında ilk siyasal ayırım olarak genelde iki vakanın üzerinde durulur

Sıffın savaşı ve Kerbela vakası.

Bu vakalar aslında ayırımın ilk süreci değil hatta sürecin son ve zirve halleridir. Diğerlerine nazaran yoğun kan akması ve ayrılığın keskin vaziyette ortaya çıkmasından dolayı başlangıç olarak ele alınır. Bu ele alınış sonu başa, başı sona taşıma gibi bir mantık, izan dışılık içerdiği için İslam siyasetinin genel anlayışı her daim problemli olarak yansır.

Konunun asıl başlangıç hadisesi biri her daim müspet ve yanlış aktara gelinen

Ben-i Sakife (yada Ben-i said gölgeliği) hadisesi diğeri ise Hz. Osman’nın katli ve iktidarına yapılan müdahaledir.  Arada Hz. Ömer’in vefatından önce şura belirlemesi ve Ensar’dan bir kişinin bile şurada yer almaması gibi birçok mesele vardır. Lakin ben kanımca meselenin en başat hadisesi olan Sakife’den örnekle bize yansıtılan ayrışma ile esasta olan ayrışmanın çok farklı olduğunu ortaya koymaya çalışacağım.

Ayrışma her daim Hz. Ali (Ehl-i-Beyt- Haşimoğulları)  taraftarları ve Ümeyyeoğulları (emevi) yada Hz. Ali dışı halife olmuş sahabelerin arasında olduğu yansıtılır. Bu yansıtma akabinde Sıffın ve Kerbela vakalarının Haşimoğulları-Ümeyyeoğulları  çatışmasının ürünü olarak gösterilir. Diğer olanda HZ. Ali ve Ehl-i-Beyt  yani Haşimoğulları dışı sahabelerin taraftarları ile olan ayrışma  (Hz.Ebubekir ve Hz. Ömer vs…) Ehl-i- Sünnet ayrışmasıdır, yani iki temel ayrışma;

Haşimoğulları- Ümeyyeoğulları
Ehl-i- Beyt- Ehl-i- Sünnet

Ayrışmaları ki benim zannımca işin asıl hususu özü ıskalanıyordu. Peki, işin özü neydi?

Hangi ayrışma idi?

Ensar-Kureyş ayrışması…

Bence ayrışmada ki öz Sakife’de yaşandı. Sakife asla bir mutabakat olmadı olamazdı. Sakife’de gerçekleşen esas ayrışma;

Kureyş – Ensar ayrışmasıdır. Sakife bu perspektiften bakıldığında ne istişare ne seçim ne de müspet sonuçları olan bir siyasal hadisedir. Sakife büyük bir siyasal güç kavgası müdahalesidir.

Peki, biz bu kanıya nasıl varıyoruz?;

Hz. Muhammed (S.A.V) risalet hayatı boyunca aşkım dediği memleketi olan Mekke’de ne yaptı ise ne mücadeleler etti ise gerek insanları hak din İslam’a tabi etme de gerekse bu hareketin siyasallaşmasında, devletleşmesinde istenilen sonucu alamamış Medine’ye hicret etmek zorunda kalmıştır. 23 yıllık risaletin yarısından fazlası Mekke’de geçmesine rağmen rivayetlere göre Müslüman olan sayısı yüzü geçememiş hali ile devletleşme gerçekleşememiştir. Bunun üzerine Peygamber Medine’ye gitmiş Medine halkı yani ENSAR  ResulAllah’ı bahrına basmış İslam dini Medine’de yayılmış, devletleşmiş ilk İslam site devleti peygamberin öncülüğünde Medine’de kurulmuş bu başarı orada kazanılmıştır. Peygambere her türlü siyasal ve inançsal kazanımlar itibarlar Medine’de  olmuş, o yüzden eski adı Yesrib olan bu yurda Medeni anlamına gelen Medine ismi verilmiştir. Halk ise Ensar’dır .

Peygamber bu duruma istinaden Medine halkına  Ensar’a her daim özelliklede insani ve siyasi açıdan gerekli hakkı teslim etmiştir. Mekke feth edildikten sonra bile devlet merkezini mekanizmasını Medine’de tutmaya devam etmiştir. Kabe’nin dibinde aşkı olan Mekke’de vefat etmek varken Medine’de vefat etmiştir.Oysa bizde Osmanlı’da mesela İstanbul feth olunduktan sonra siyasi merkez ve başkent İstanbul olmuştur. Osmanlı ve benzeri devletlerde bu anlamda daha pragmatist ve stratejik hareketler cereyan etmiştir. Hz. Muhammed efendimiz ise Siyasal açıdan farklı davranıp Medine’nin konumunu önemini her daim göstermiş, korumuştur.

Bunun gibi birçok hareketi olan peygamberimiz üzerinden siyasal bir emeğe konuma haiz olan Ensar hali ile de peygamber sonrası kimsenin sahip çıkmadığı yerde sahip çıktığı Resul’un siyasi mirasının kendisinin olması gerektiğini söyleyecektir ve söylemiştir de. O yüzdendir ki Sakife ‘ de Kuvvetli ravilere göre Kureyş’in (Hz.Ebubekir-Hz.Ömer) müdahalesi olana kadar Ensar’dan olan sahabe Hz. Saad-bin-Ubade halife tayin edilmiştir.

Ki Sakife’de yaşanan Saad-Bin-Ubade hadisesi hiçbir İslam tarihçisi tarafından inkâr edilmez.

Öyle ise nasıl oluyor da Ehli-Sünnete göre peygamber vefat etmeden önce cemaatle kılınan son namazında imam olarak Hz. Ebubekir’i işaret ediyor iken bu hadise Ensar’ın yoğunlukta olduğu Medine’de yaşanıyorken, Ensar onca siyasi tecrübesine, bilgisine ve yol aldığı peygamberine rağmen Hz.Ubade’yi halife tayin edebiliyor?

Öyle ise nasıl oluyor da Ehli-Beyte göre vefat etmeden önce Gadr-i-hum hadisesinde ResulAllah Hz. Ali’yi işaret ederken orada Ensar varken Ensar halkı Hz.Ubade’yi halife ilan edebiliyor?

Burada anlaşılan odur ki Ensar halkı bunların hiçbirini işaret olarak görmüyor. (yada bunlar yaşanmadı) Ensar halkı somut olarak yaşanan ve siyasi hadiselerdeki başarısına konumuna ve de peygamberin kendisine yaptığı siyasi vefaya bakarak bunun en doğal hakkının kendinde olduğunu düşünüyor ki anlaşılan odur ki doğruya yakın olan durum da yaşanan hadiseye baktığımızda bu.

Büyük ihtimalle tarih hep galipler tarafından yazıldığından Ensar’ı işaret eden asli bir kaynak veri varsa da bu sonrasında yok edilmiş olabilir. Yoksa Ensar’ın böylesi bir şeye cesaret etmesinin hiçbir izahı olamaz. Ki Sakife’de kureyşten gelen müdahale hilafetin Kureyşten olması tezine dayalı.  Öyle net bir kaynak var ise Hz. Ubade kendisine yaşanan müdahaleden sonra neden Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’e biat etmiyor?  Bir riyavete göre Medine’yi terk ediyor diğer rivayete göre Hz. Ebuzer gibi sürgüne gönderiliyor, Hz. Ömer tarafından ağır hakaretlere, sert müdahalelere maruz bırakılıyor, hatta bir rivayete göre de Hz. Ömer döneminde onun emri ile katlettiriliyor. Diğer yaşanan sert tartışmalara girmeyeceğim.

Bu olayların üstüne Ensar halkından Hz. Ali dönemine kadar değil vali siyaseten kadı bile atanmıyor. Hz. Ömer’in oluşturduğu Hz. Osman’ın seçimi ile sonuçlanan hadisede bile bu şura’da Ensar’dan bir kişi bile yer almıyor. Aşeriye- Mübeşşere’de  de Ensar’dan bir kişinin bile dahi olmaması işin ayrı bir konusu ona da girmeyelim.

Sözün özü işin aslı İslam’ı devlet yapan Ensar iken peygamber sonrası devletten uzak tutulması hadisesidir ilk ayrışma, ilk fitne, konuya bence bu pencereden baktığımızda esası yakalama şansımız olduğu kanısındayım. Emeğin yok sayılması yada ona düşürülen gölge her daim ilk fitnenin sebebi olmuştur. Resul Allah (S.A.V)  hayatı boyunca sadece Emeğin elini öpmüştür.

Not: Bu yazı İslam Siyaset Sosyolojisi okumasıdır. Dini hiçbir anlam mana içermez ve o maksat ile asla yazılmamıştır. ( Böyle bir şey haddimde alanımda değildir, ben siyasi açıdan sosyolojik olarak kendi siyaset ahlakım açısından konuyu ele aldım)

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

  1. Kadir alkan dedi ki:

    Siyaseten İslam tarihi bambaşka bir tarafa evrilecekken yapılan müdahale çok başka bir siyasal İslam tarihi doğurmuş bu konuda yaşattığın aydınlanma için teşekkür ederim

  2. Abdullah Birisi dedi ki:

    Yasin kardeşim vardığın nokta İslâm siyaseti açısından yanlış bir nokta. Bizde siyaset yalnız ve yalnız Allah’ın rızasını tahsil için yapılır bunun yanında bir de milletimizin duasını kazanmak hedeflenir. Bir davada yükselmek için emeğini sermaye olarak kullanmak asla yoktur zira o sermayenin alıcısı bizim inancımıza göre sadece ben sadece Allah’tır! İnsanlara yönetici olabilmek ve onların desteğini kazanmak için ortaya koyduğun emeği öne sürersen tıpkı bizden öncekiler gibi iki sonuçla karşılaşırsın: 1) Benim bu davada herkesten çok emeğim var bu makamlar da benim hakkımdır diye ortaya çıktığın anda kafanı keserler dünyalık hiçbir şey elde edemezsin. 2) Sadece Allah’ın rızasını gözeterek emek vermen gerekirken birtakım dünyevi makam ve mevkileri kazanmayı da hesap etmenden dolayı Cenab-ı Allah’ın rızasını da elde edemezsin zira o asla şerik kabul etmez. Onun rızasının yanına hiçbir şekilde başka hesaplar konulamaz! Hülasa Yasin kardeşim bugün ahiret öncelikli siyaset olarak tabir ettiğimiz ve İslamî siyasetin adresi olan Millî Görüş siyasetinde anlayış bu şekildedir diğerlerini dikkate almıyorum zaten. Yani bizde birisi çıkıp da bu davada en çok benim emeğim var o yüzden başkanlık da benim hakkımdır derse o kişi tövbekar olup nefsini terbiye edene kadar o makamlardan uzak tutulur eğer hasbelkader belli makamlara geldiyse de görevden alınır.İşte burdan da anlaşılan o ki Raşid Halife’lerimiz döneminde de tatbikat aynı bu şekildeymiş vesselam..