Gerçekte nedensellik ilkesi, olağan araştırmaların olduğu kadar bilimsel araştırmaların da temelidir. İnsanların bu ilke hakkında ortak düşüncesi, bilim ve endüstrinin ilerlemesiyle büyümüştür.
Bir fizikçi, antropolog ya da bir sosyolog, bir nedenin müdahalesi olmaksızın fiziksel ya da toplumsal herhangi bir şeyin kendiliğinden olmayacağı dolayısıyla, her olayın nedenini keşf etmeye çalışır. Kesin nedeni ortaya çıkarmak için, bir bilim adamının, yüzlerce test ve analizlerin sonucu olumsuz çıkarsa, bilim adamı başka kuramlarla sürdürür; fakat olumlu bir sonuç alamazsa hayatının sonuna kadar çabalarını bırakmaz. Eğer bu bilim adamı ölürse, diğer bazı bilim adamları, ilgili neden ya da nedenleri bulmak ümidiyle onun bitirilmemiş çalışmasına devam ederler, fakat hiçbir zaman herhangi bir şeyin bir neden olmaksızın var olabileceğine inanmak ya da bunu savunmak eğiliminde değillerdir.
Bu bağlamda, saf bir gerçeklik olarak her zaman var olan bir nesnenin nedenini bulmak için çabalayacağımızı aklımızda tutmalıyız. Sadece önceden var olmayan fakat şimdi var olan bir şeyin nedenini ve kaynağını bulmaya çabalarız.
Bu konu üzerinde yeterli bir biçimde düşünürsek göreceğiz ki bir gerçeklikle karşılaşan zihnimiz, onun bir nedeni olup olmadığı konusunda bir fikir açıklamaz. Ona, önce bir olgu olup olmadığını, yani önceden var olup olmadığını görmek için bakarız. Onun bir olgu olması durumunda ancak, zihnimiz onun var olmasına yol açan bir nedenin olduğuna karar verir. Eğer o bir olgu değilse, bir nedeni yoktur. Bu nedenle var olan her şey, bir nedeni gerektirmez. Sadece bir olgunun nedene ihtiyacı vardır.
Yani nedensellik ilkesi içerisinde her olgunun muhakkak bir nedene yaslanması gerekmektedir. Nedenlerin zinciri, bağımsız ve hâkim olan bir meydana getiriciye ulaşana kadar devam eder.