DIŞKI YİYEN BİLİM ADAMI, YALAN SÖYLEYEN BİLİM ADAMI, ÖĞRECİSİNE TECAVUZ EDEN BİLİM ADAMI…
Hüseyin Üzmez anlatmıştı; bir tv programını çıkmışlar, programda herkes Prof, “ ben hiçbir unvanı olmayan sıradan bir gazeteci. Üstelik hepsi de deprem bilimci, ben duymuştum kedi depremi önceden hisseder diye. Proflar’a, deprem önceden bilinir mi diye sordum? Hayır, bilinmez dediler. Ama kedi hissediyormuş dedim. Evet, eder dediler. Yani siz bir kedi kadar bir ilme sahip değilsiniz dedim. Prof’lar kendilerini savunmaya başladılar bende alçaklık kompleksinden kurtuldum” demişti.
Yıllardır ilim tahsil ettiğini iddia eden hocalar, kedinin hissettiğini, muhabbet kuşunun hissettiğini hissedecek bir alet geliştirememişler dünyada.
Ama hiç aslı astarı olmayan yalanlar söyleme konusunda uzmanlaşmışlar. Kendilerini hiç ilgilendirmeyen konularda da ahkâm kesmeyi de ihmal etmiyorlar. Dışkı yemekten, öğrencisine tecavüze varıncaya kadar, aslı astarı olmayan yalanları utanmadan söylemeye kadar…
***
Kenan Evren’in yaptığı her şeyi onaylıyorum, dışkı yedirmek işkence değildir diyen bir bilim adamı çıkıyor tv’lerde depremle ilgili fikir beyan ediyor.
Dışkı yedirmenin işkence olmadığını söyleyen birisinin fikrinin hiçbir önemi yoktur. Darbeci Proflar için her şey mubahtır, hem yerler hem de yedirirler. Bunlardan biriside adalet adamı yetiştiren bir fakültenin dekanıdır. Darbeyi meşrulaştırmak için her türlü asılsız iddiaları dile getirmekten çekinmeyen, rahmetli Menderese en ağır iftiraları atan bir bilim adamı! Bu adam bilim adamı olsa ne, filim adamı olsa ne yazar. Ne diyordu? Darbecilere anayasa yapan bu hocamız:
“3 Haziran 1960 tarihli gazetelerde İstanbul Üniversitesi Rektörü büyük büyük bilim adamı… diyor ki: “Öldürülen öğrenci sayısı az değildi. Kamyonlarla taşınan cesetler çeşitli mezarlıklara gömülmüş.” İnsaf yahu bütün olaylarda ölenlerin sayısı dört dür. Bir Profesörün, Ülkenin Başbakanı için bu tip asılsız iddialara iştirak etmesi korkunç bir ahlaksızlıktır. Nasıl böyle asılsız sözler söyler akademik terbiye almış. Adaletin uygulayıcılarını yetiştiren bir hoca.
Bir darbeyi savunmak zaten dışkıların en büyüğünü yemektir.
Yine tarihten bir örnek verelim Üniversite Talebe Birliği’nin yayınladığı bir bildiride şunu söylüyor öğrenciler:
“ sınıfta bırakacağı kız öğrenciyi geçireceği vadiyle odasına çağırarak iğfal eden, tekrar gelmediği için gene sınıfta bırakan ve öğrencinin intiharına sebep olan öğretim üyesi bu üniversitededir.”
Biz gerektiği takdirde en kuvvetli yumruğumuzu bilim yobazlarına bilim dolandırıcılarına vurmasını biliriz. 2 Kasım 1964 Cumhuriyet. Harun Karadeniz. Olaylı yıllar sh. 72
Daha birkaç gün önce adına bilim adamı denen bir adamda çıktı, deprem bölgesinde kadınlara tecavüz edildiğini, çocukların kaçırıldığını söyledi, dine saldırmayı da ihmal etmedi. Sonra gözaltına alındı ve serbest bırakıldı. Yazdıklarını sildi, tükürdüğünü yaladı. Fakat yazdığı yalanları sosyal medyadan silmek elbette mümkün olmadı. “Ne kadar kışkırtıcı palavra varsa ortaya salmış adam.
Utanmazca. Rezilce. İnsafsızca. Bu sallamaları, bu palavraları, bu kışkırtmaları, bu yalanları pervasızca paylaşabilen bir bilim insanına söylenmesi gereken tek şey var:
Yemişim senin bilimini!” diyor Ahmet Hakan 2 Mart’taki köşe yazısında.
Bazı öğretim üyelerinin: Hürriyet İnsanlık ve ilim havarılığı yapar gözükerek bilimi kendilerini meşhur etmek için kullandıklarını görüyoruz.
Şimdi anladınız mı bu ülkede kitleler halinde cehaletin ve şiddetin nedenini? Hocayı prof yapan sistemin kısır döngüsünü, konuşmaya değmez.
Bre insanlıktan nasibini almamış akademik kılıklı safsata! Bu, gündeme gelmek için oynadığın bir oyun mu?!
Ne diyelim! Akademi utansın.
“İlmini irfanını da,
Bir kürsünün şanını da,
Adını unvanını da
Berbad ettin profesör.” Ümit Yaşar. Cumhuriyet on Aralık1969
YALANCI MEDYA
Duayen Gazetecilerin Menderes İçin Söylediği Yalanları şimdi de, onların tilmizleri Cumhurbaşkanı için söylüyorlar. Yalan söylerken utanmamayı, yalandan zevk almayı üstatlarından öğrenmişler.
29 Mayıs 1960 Nadir Nadi Cumhuriyet
Üzerinden tam bir ay geçiyor 28 Nisan 1960 Perşembe günü Beyazıt meydanında “Hürriyet Hürriyet” diye çırpınan Türk çocuklarının kanı aktı. İçlerinde can verenler yaralananlar oldu. Bunların kimliklerini ve sayılarını hala iyice bilemiyoruz. Şimdiye dek resmi çevreler, küçük rakamlar etrafında dolaşarak olayı azımsamaya çalıştılar. Sırası geldiği zaman elbette öğreneceğiz.
Bu sıra hiçbir zaman gelmedi, gelmeyecekte, çünkü böyle bir şey yoktu. Ama bu duayen gazetecinin talebeleri yalanlarına 21. Yy da da devam ediyor.
31 Mayıs 1960 Akşam Gazetesi
“Konya da kuyulara atılan cesetlerden kim haberdar? Ankara soğuk hava depolarında cesetler var.” Şimdi de depremde ölenlerin sayısının gizlendiğini söylüyorlar. Ama mezarlar ortada.
4 Haziran 1960 tarihli en büyük trajlı gazetenin manşeti şuydu: “ Öldürülen öğrencilerin cesetleri makinelerde kıyma haline getirilmiş”
Öyle ki, “sabahleyin Demokrat Parti hakkında bir iftira uyduran şahıs, öğlenden sonra o hikâyesinin büyütülmüş şeklini başka gruplardan dinliyordu.”
Kim bu ağzı içki kokan sarhoşlar? Kim bunlar? Senin reyinle iş başına gelenlere istifa çağrısı yapıyorlar. Kim bunlar Beyazıt kulesine kızıl bayrak asanlardan geri kalan süprüntüler.
Kim ki bu soysuzlar? Yerleştikleri gazete köşelerinde senin inançlarına ibadetlerine hayasızca saldırıyorlar.
Kim ki bunlar, senin mukaddes tanıdığın bütün mefhumlara küfür edebiliyorlar.
Bu ruh sefilliğine ancak tükürülür. Bu sefillere kanma,inanma.