enflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
32,4088
EURO
34,8461
ALTIN
2.433,50
BIST
9.915,62
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Kocaeli
Az Bulutlu
18°C
Kocaeli
18°C
Az Bulutlu
Salı Hafif Yağmurlu
16°C
Çarşamba Çok Bulutlu
19°C
Perşembe Az Bulutlu
21°C
Cuma Az Bulutlu
20°C

Bütün Yeşildir Dokunan Yanar

25.04.2021
A+
A-

İnsanız işte; bütünü parçalara ayırmayı, parça pinçik yapmayı nedense daha çok seviyoruz.

İlim bir nokta idi. Cahiller, onu çoğalttı” derken bunu kastetmiş olmalı Hz. Ali (r.a)

Çoğaltmak demek ne demek…

Anı yaşamamak, bütünü kavrayamamak, geneli görememek, basiti algılayamamak velhasılı azı çok yaparak yaşamak. Özü paramparça yaparak köze çevirerek yaşamak demek…

Hakikati arayan adamların kim bilir belki de tek gayesi o noktayı yakalayabilmek idi. Basit olanın, yalın olanın aşkına kavuşmak idi.

Yok gibi gözüken “Var”ı hangi renkte aramalı. Yaşamın hangi anı, hangi rengi Rabbimize en yakın olanı?

Gelip-geçici olana zebun olanlar yani “varmış gibi gözüken yoka” talip olanlar; bu fena aleminin baş döndürücü var oluş-yok oluş girdabında kaybolanlardır. Yemyeşil yaprakları, henüz siyah ölümün habercisi olan sarıya çalsa da onlar renklerin dahi farkında değildirler. Çünkü fena alemini var eden Var’ın Ruh’unun esintileri, artık onlara yeşilliğin diriliğini değil; bir o yana bir bu yana savruluşun kasıp kavuran enerjisini verir.

Hakikat ehlinin anda kalması, anı yaşaması ve ana nazar etmesi bir meleke, özellik, yetenek meselesi değil; aslında bir meliklik yani yöneticilik, sahip olma meselesidir.

Parmaklar tutar; tuttuğunun farkında değil. Gözler görür, gördüğünün fevkinde değil. Lakin tüm vücudun uzuvları hep birlikte senkronize ve sağlıklı olarak çalıştıkları anda, biri var ki her şeyin farkında ve fevkinde: Bilincimiz.

Uzuvların senkronize hareket etmemesi, sağlıklı olmaması, birbirlerinden bağımsız hareket etmeleri, birinin acısını diğerinin duymayacak kadar hissizleşmesi işlerin yolunda olmadığının bilgisini verir. Bütünden ayrılmayı, hiziplere parçalanmayı, bizi Yaratan, Kitab’ında vahyederken; “ateşin kenarında” olarak resmeder.(Bkz: Ali İmran; 103)

Evet, bütünden ayrılmak, ferdin kendisinde hastalık ve ölümün habercisi yine toplumun kendisinde kaosun, savaşın, esaretin ve yok oluşun ta kendisidir.

Üç ana rengimiz var: Mavi, sarı ve kırmızı. Yaşamın esas renkleridir, bunlar. Mavi parçalanmaz, aynen sarı ve kırmızı gibi.

Gökyüzünün mavisi ne de yüce. Ama yüceliği orada. Yani konsantrik(merkeze-koşan; çevreden-merkeze),olduğundan sen ona yaklaşmalısın. Sarı hiç de öyle değil; eksantrik(merkezden-kaçan; merkezden-çevreye) yapısıyla ışığını etrafa yayıyor. Ölüme en yakın renk. Yeniden dirilmeye de…

İki zıt karakteristik özellikler barındıran mavi ile sarının izdivacından, yaşamın ve dirilişin rengi doğar: Yeşil

Rabbimiz, Kitab’ımızda cennetten misal verirken yeşilden hiç vazgeçmiyor. Yeşil, dirilişin, dinginliğin ve devamlılığının rengidir. Kendisine çeken mavi ile kendisinden uzaklaşan sarının bir olmasıyla dirilişin rengi, yeşil ortaya çıkıyor.

Hıdırellez zamanı Hızırla buluşmak için yeşili bulmak için bir olmak gerekmez mi imdi. Tüm bizi bizden çeken ve bizi bizden iten taraflarımızı bir eyleyerek…

Fena aleminde bir çöp olmamak, yok olmamak için dirilmek, gerek. Dirilmek için ise yaşarken ölmek gerek. Ölmeden önce ölmek.

Bedenler ölür. Renkler gibi.
Bedenleri ölmeden önce ölenler ise tüm canlılığıyla yeniden dirilir. Yine renkler gibi…

Ünlü ressam Vincent Van Gogh’un “Buğday Tarlası ve Kargalar” isimli ünlü eserini ölmeden önce resmettiği biliniyor. Sanki ölmeden önce ölmenin yani dirilişin işaretlerini renklerde arıyor!

Von Gogh’un bu uzun tuvalinde üç ana renk ağırlıkta: Sarı, kırmızı ve mavi. Von Gogh, yeri sarartmış, özene-bezene. Gökyüzü ise mavi; semada kargalar gibi yer yer siyahlar var. Kırmızı sanki yeşilin arasından akıp gidiyor. Keşke yeşil ağırlıklı yağlı boya resimleri yapsaydı; genç yaşında kendi hayatına kıymasaydı zavallı von Gogh!

Ortamda hiç ışık bulunmadığında ve böylece hiçbir ışık da yansımadığında görünmezliğin rengi çıkar ortaya: Siyah

Siyah bir renk midir yoksa tüm renk pigmentlerimi emen karanlığın ismi midir, muamma.

Bilinen bir şey var ki ölümün son rengidir, siyah. Yani tüm gerçekliğiyle hakikatin rengi. Siyah, tüm eşyayı eşyanın tüm rengiyle birlikte örter. Belki de tüm gizemi ve karizması örten olmasındandır.

Kim bilir ölmeden önce ölmek. Ve yeşile dirilmek; yaşam içerisinde hayatın tüm renklerinin olanca çekiciliğine rağmen onları örtecek bir bilince sahip olmaktır…

Hz. Muhammed sav’in Kabe’nin içindeki putları yıkın freskleri silin dediği anda, Hz. Meryem ve kucağında Hz. İsa’nın resmedilmiş freskini gördüğünde -“Bu müstesna, ona dokunmayın” demişti.

Bütün yeşildir, dokunan yanar…

Gönül bütündür, kıran yanar…

Hallac’ın ve Şems’in kırmızısından sonra bahsederiz, kim bilir!

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.