Foucault modern toplumun, güvenlik toplumuna dönüşmesiyle özneyi oluştururken bireyi politikanın nesnesi haline getirdiği tezini ortaya atmıştır. Bu tez hızla kendini göstermeye devam etmektedir.
Yani bu tez ile canlı nesnel bir parantez içine haps ediliyor. Ruh bedene indirgeniyor ve insan kendi otosansürü ile iradesiyle özgür bir tercihmişçesine bedenin ruhun hapishanesine dönüşmesini gelişmişlik kompleksi ile destekliyor.
Modern ve güvenlik toplumunda metafizik ekonomi, kaza, hastalık ve ölüm korkusu ile istatistiğe indirgendi. Böylelikle bu akım ve akıl Tanrının gölgesini yeryüzünden güya uzaklaştırdı.
Tam bu aşamada Deleuze meselenin çözümü noktasında krizin sonuçlarına değil tam kalbine öznelliğine bir nevi sürecine odaklanmayı öğütler.
Süreçte hastalık baskısı, buna karşılık yaşama gayretindeki orantısızlık, sağlığın insani manadaki tüm araçsallığını gasp etmiştir. Yaşama dürtüsü ile satın alınan insanlığı, pazarlanan hatta peşkeş çekilen hale getirmiştir.
Yaşam önkoşulu ile modern tıbbın beden üzerindeki tüm kuralları ihmal edebilme haddi aşışı insanın sınırının, sınırsıza açılmasıdır. Bu açılma sonsuzu, malum sonu uzatmaya feda edilmiştir. Ve yaşama hipnozu, modern tıbbın en büyük hokus pokusu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yaşanan hadise dönüştürücü sistem içersinde hastalık ideoloji hastane ise mitolojik bir uzamdır. Hastaneler geri dönüşüm fabrikaları, hastalıklar doktorların elinde fabrikaya ürün çıkaran bir hammadde.
İnsan bütünü ile bu dünyaya materyale odaklanırsa insanı kaderi değil, kader insanı takip eder.
Ölüm tamamı ile negatif bir algıya sıkıştırıldığında hastalık onu daha anlamsızlaştırmaya mükellef görevli ajan halini almaktadır. Ölüm ötesi, hakikati arama, arzulama yetisini yok etmek ölümü öldürmek, Baudrllard’in deyimi ile bir şeyi aynısı ile yok etmek simülasyonudur.
Sözün özü, inorganiklik bilim olmuşsa, bu bilimde geliştikçe sorunlar artıyorsa, Lütfi BERGEN’İN tabiri ile;
AZ GELİŞMİŞLİK ÜSTÜNLÜKTÜR.