Kapalı kapılarla dolu olduğuna inandığımız dünyada, kapıyı açmayı zorluyor ona öyle bir odaklanıyoruz ki, etrafının duvarlarla örülü olmadığını göremiyoruz.
Masumlar ve mağdurların cehennemi mi bu dünya diye kahredip, düşünüp, hayıflanıp duruyoruz.
Evet, cehennem hem de cennetten de güzel bir cehennem bu dünya masumlara, acı çekenlere…
Nasıl mı? Bunun cevabını bana göre, acılarla dolu kısa ömrüne bir “Erdemler Risalesi” sığdırma mucizesine erişip 34 yaşında hayata veda eden Simone Weil “Yerçekimi ve İnayet” kitabında çok güzel değinmiş;
“ Acı çeken masum, celladı hakkında hakikati bilir, celladı ise bilmez. Masumun kendi içinde hissettiği kötülük celladın içindedir ama cellat buna duyarlı değildir. Masum kötülüğü ancak ıstırap olarak bilir. Suçlu da hissedilir olmayan şey suçtur. Masumda hissedilir olmayan şey ise masumiyettir. Cehennemi hissedebilen masum insandır.”
Anlaşılan odur ki Nietzsche “acıyı hissedebilen insandır” derken bu dünyada ki cehennemin ötekisi olanlar için cennet olduğunu itiraf etmişti. Kendi farkında mıydı değil miydi bilmiyorum ama hakikat buydu…
Resülullah’a (S.A.V) ait olduğu söylenen bir hadisi vardır;
“Bu dünya müminin cehennemidir”
Tüm bunların üstüne “Öldür Allah sevmelere gidek” diyen Beşir Fuat nasıl inançsızlık ile itham edilebildi ki diye aklıma da gelmiyor değil.
Hz. Muhammed (S.A.V) peygamberimiz hariç diğer üç ismin Weil, Nietzsche ve Beşir Fuat sonları şu soruları bize sordurması gerekmiyor mu?
Din zorunluluk mu, ihtiyaç mı, hayat mı, din burası mı orası mı, dinsizlik mümkün mü?
“İnsan=inanç”