enflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
32,4020
EURO
34,8136
ALTIN
2.435,15
BIST
9.983,28
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Kocaeli
Az Bulutlu
18°C
Kocaeli
18°C
Az Bulutlu
Salı Hafif Yağmurlu
16°C
Çarşamba Çok Bulutlu
19°C
Perşembe Az Bulutlu
21°C
Cuma Az Bulutlu
20°C

HER HALİMİZ AYRI GÜZEL – III

19.04.2021
A+
A-

İnsan çocukluğunda genç, gençliğinde yetişkin, yetişkinliğinde ise tekrar genç olmak ister. İşte bizler de naçizane kaleme aldığımız insan hayatının evreleri olan çocukluk, gençlik ve yaşlılık evrelerini anlatmaya çalıştığımız “Her Halimiz Ayrı Güzel” serimizdeki son evreye geldik.

40 yaşındayım..
Bugün uzun uzadıya düşündüm. Aynada kendimi izleyip durdum, bazen ise kendimle konuştum. İçimde hüzün ve sevinç karışımı bir his vardı; saçlarım ve sakallarımda ise beyazlık… Galiba yaşlanıyordum. Çocukken camide gördüğümüz amcalarla muhabbet eder, onları çok severdik. Hele bir de ak sakallılar ise ve yanlarında bir de şeker varsa, değmeyin keyfimize! Onlar bizi, biz onları sever, büyüdüğümüzde ise onlar gibi olmak isterdik çünkü biliyorduk ki “Bir genç yaşlı bir insana yaşlılığından dolayı ikramda bulunursa, yaşlandığı zaman kendisine ikramda bulunacak bir kimseyi Allah (cc) ona musahhar kılar.”  (Tirmizi, Birr 75)

Artık aynada kendime baktığımda yavaş yavaş yaşlanmak üzere olduğumu, amca dediklerime artık benim benzediğimi fark ettim. İçimde bu yüzden değişik bir his vardı. O günün çocukları bizler, o amcaları seviyor, sayıyor, hürmet ediyor, saygısızlık etmiyorduk. O günden bugüne yıllar geçti, o gününün çocukları büyüdü ve bugünün amcaları oldu… O çocuklar da şimdi bize öyle hürmet eder, öyle severmi acaba? Ya da ben o günün amcaları gibi olabilir miydim?..

Çağ gelişmiş, değişmiş ve o günden bugüne tam 30 yıl geçmiş, dağlar kadar fark oluşmuştu. Mesela o gün sanallık diye bir kavram yoktu. En sosyal çocuklar kitap okuyan veya sokakta oyununu oynayan, koşturan, ezan vaktine dakikalar kala şadırvanda abdestini alıp namazını kılan, namazdan sonra hocasıyla cami cemaatinin dediği nasihatleri dinleyen, cami bahçesinde top koşturan, oyun oynayan çocuklardı… Bugünümüzde camilerimiz boşalmış, içerisinde belki de cuma namazı dahi kılınamayacak kadar az cemaati olan camilerimiz mahsun olarak kalmıştı.

Ve ben O gün karar verdim: önderim, liderim, kutlu rehberim dediğim kişinin peygamber olduğu yaştaydım. 40 yaşındaydım. Nasıl ki o yaşlarda peygamberlik verildi ve tüm dünyaya islamı tebliğ ettiyse, ben de en azından camilerimizi çocuk sesleri ile doldurabilir, onların yüzünü güldürebilir ve onlarla geleceği konuşabilirdim… Genç demek bu ülkenin gücü demekti. Genç demek bu ülkenin neşesi, heyecanı, geleceğimizin inşaası, peygamberimizin en büyük sünneti, en değer verdiği, şefkatle baktığı kişi demekti.

Hamd olsun…

Gençlerle başlamıştım işe. Önce caminin şadırvanında bir gençle tanıştık, onunla arkadaş olduk. Mahallede arkadaşlarıyla top oynuyormuş. Saçlarını ve yüzünü serinlemek için yıkadığını söyledi, ben de ona namaza hazırlık yaptığımı, abdest alacağımı, dilerse birlikte namaz kılıp ardından yemek yiyebileceğimizi teklif ettim. Önce teşekkür etti, ardından “ben zaten namaza geliyorum, aynı zamanda yazın tatillerde de Hüseyin Hoca bana Kur’an-ı Kerim’i öğretiyor. Şimdi sizinle namaza gelebilirim. Zaten çok yorulmuştum” dedi. Bunun üzerine sevinmiştim, artık bir kardeşim, dostum, arkadaşım daha olmuştu.

Necmetttin Erbakan hocanın dediği gibi: “Bir çiçekle bahar gelmez, ama her bahar, bir çiçekle başlar”… Umutlanmıştım. Kendi kendime “demek ki sıfırdan başlamaya gerek yokmuş, sadece tozlanan imanlarına üflemek gerekliymiş” dedim. Erbakan hocanın ‘’bu milletin külüne üflesen altından iman çıkar’’ cümlelerinde anlatmak istediği gibi, asıl zor olan sıfırdan anlatmakmış. Rasulullah’a işkence olsun diye, ‘La İlahe İllallah’ dedi diye başından aşağıya işkembe dökülmesi, Taif’te yüzünün taşlanması gibi Bilal’i Habeşi’nin ‘La İlahe İllallah, Muhammedur Resulullah’ dediği için taşların altında ezilmesi, işkence edilmesi ama yine de anlatmaktan, Allah’ın dini hakim oluncaya kadar mücadele etmekten vazgeçmemeleri gibi bizler de vazgeçmeyecek, ömrümüzün sonuna kadar “LA İLAHE İLLALLAH, MUHAMMEDUR RASULULLAH” diyeceğiz, biiznillah…

Hürmetle karşılandık. Mahmud Efendi’nin kendi anısında anlattığı gibi, bizler ’emri bil maruf’a çıkıyoruz. Herkes bizi dinliyor, hürmet gösteriyor, hatta çayımızı çorbamızı eksik etmiyorlar. Bu rahatlıkta bile yeterince İslam’ı tebliğ etmiyoruz. Peki neden tebliğ etmiyoruz? Ailelerimiz mi tehdit ediliyor, yoksa yüzlerimiz mi taşlanıyor? İslam’ı neden anlatmıyoruz çevremize, sevdiklerimize? Hep birlikte cennette olmak için neden dertlenmiyor, mücadele etmiyoruz?

Kolayı var.
Esasında Yolumuz kolay, biz zorlaştırıyoruz. Yapmamız gereken, sadece bu yoldan bizden önce geçenleri, Nebileri, Rabbimizin dostlarını takip etmektir…

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.