enflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
32,3130
EURO
35,0793
ALTIN
2.309,71
BIST
9.079,97
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Kocaeli
Açık
24°C
Kocaeli
24°C
Açık
Cuma Az Bulutlu
27°C
Cumartesi Açık
27°C
Pazar Açık
28°C
Pazartesi Az Bulutlu
30°C

TÜRK ORDUSUNUN TARİHSEL GELİŞİMİ (BÖLÜM –I-)

29.08.2020
A+
A-

Atın ilk ehlileştirilmesi ve bununla ilgili karakteristik atlı-çoban kültürünün ortaya çıkmasını, kesin olarak İç Asya’da yaşayan eski Türklere atfetmek gerekir1. Kavimlerin ve kültürlerin gelişmesinde çok önemli bir yeri olan bu durum doğrudan bir başarı olarak değerlendirilir. Çünkü çok önemli sonuçlar meydana getirmiştir. İlk İndogermenler, atı ve genel olarak çoban kültürünün esas unsurlarını eski Türklere borçludurlar2.

Bozkır Türk devletinde, her Türk savaşa hazır durumundaydı. Askerlik özel bir meslek olarak görülmezdi. Bu nedenle, Türk ordusu ile diğer bütün yerleşik ve orman kavimlerinin orduları arasında üç büyük fark vardır. Bunlar:
Türk ordusu “ücretli” değildir.
Türk ordusu daimidir.
Türk ordusu temelde süvarilerden kuruludur

 

Çinlilerin atı sadece yük taşımacılığında kullanabildikleri dönemde Türkler, besledikleri büyük at sürülerini hem ekonomik hem de askeri alanda değerlendirmişlerdi 4.

Yazılı belgelere dayanan Türk tarihi, Hunlar ile başlar5. Asya Hun Devleti kurulmadan önce Hindistan, Mezopotamya ve Anadolu gibi bölgelerde Türk kültürünün izlerine rastlanmış olsa da, henüz Türk Tarihinin eski çağlarına dair araştırmalar tamamlanmış ve tüm detaylarıyla kesin bir sonuca ulaştırılmış değildir. Sümer ve Etrüsk dilleri üzerine araştırmalar devam etmektedir. Bu halkların Asya kökenlerine dair önemli ipuçları değerlendirilerek, dillerin Türk Diliyle ilgisi araştırılmaktadır6. Bu çalışmalar arkeolojik veriler ışığında, dillerinin aynılığı bakımından kesin sonuçlara ulaştırılıncaya kadar, yazılı metinler açısından Türk Tarihini Hunlar ile başlatmak zorundayız.

 

M. Ö. 3. yüzyılda İç Asya bölgesi ile Çin’in kuzey ve batısında Çin’in ne birliği, ne de ne kültürüyle hissettirdiği bir nüfuzu vardı7 . Bugün o bölgede 20 büyük halk grubu olduğu anlaşılıyor. En önemlileri olarak; doğuda bugünkü Mançuların ecdadı olan Tunguzlar, onların batısında Moğollar, onların batısında bugünkü Türklerin ecdadı oturuyordu. Türkler, bizim bugün Ordos dediğimiz bölgenin batısında olan Kansu eyaletinde ve Wei nehrine kadar uzanan yerlerde yaşarlardı. Onları ilk tanıdığımız en eski zamanlarda bile bilhassa at yetiştirirler ve insanlarla hayvanların kışı geçirebilmeleri için tarımla uğraşırlardı. “Göçebe” kavimlerin yalnız hayvan besledikleri fikri doğruyu yansıtmaz. Konar-göçer yaşam sürdüren ve yaylaklarla kışlaklar arasında hareket eden Türk kavimleri, hayvanlarını kışın besleyebilmek için tarımla uğraşmak zorundaydılar 8.

 

Hunlar, Asya’da tarih sahnesine teşkilatlı vegüçlü bir devlet olarak çıktı (7). Devletin kuruluş tarihi kesin olarak tespit edilemedi. Çin tarihçileri M.Ö. XIV-IV. yüzyıllar arasında kimi zaman büyüyen, kimi zaman parçalanıp küçülen bir Hun Devleti varlığından söz ediyorlarsa da kastettikleri dönem için yazılı belge bulunamamıştır 9.

 

Hunların kendi yazılarına dair bir iz bulunamadığından, Çin Yıllıkları, Hun dönemi için temel kaynak kabul edilmek zorundadır. Ancak, bahsettiğimiz dönemde Çin’in kendi durumu da gözden kaçırılmamalıdır. Çinliler o dönemlerde kendi kabuğu içinde yaşayan bir toplumdu. Kendi devletlerinin bir “Orta Devlet” (Chung-kuo) olduğunu, geriye kalan ve kendilerini çevreleyen tüm halkların “barbar” ve düşman kavimler olduğunu kabul ederlerdi. Bu nedenle, uzun süre ülkelerinin kuzeyinde bulunan kavimleri birbirinden ayırmaya bile gerek duymadılar. Hepsini “Jung, Ti, Man, Hu” gibi genel isimlerle andılar 10.

 

Çevrelerindeki komşu kavimleri araştırmaları için bir neden olmadığından bu düzen böyle devam etti. Ancak, Ülkemizde bilinen adıyla Mete ortaya çıktığında işler değişti. Çinliler aslında Mete’den önce Hyung-nu (Hun) lara özel bir önem vermeleri gerektiğini anlamaya başlamışlardı. Mete’nin babası Teoman zamanında, Çin’in kuzey sınırlarında Hunların etkisi hissedilmeye başlanmıştı.

 

Mete ve babasının adlarının okunuşu hakkında bilgi vermek gerekirse; Bahaeddin Ögel Hocanın deyimiyle Türk tarihinin kurucusu sayabileceğimiz Fransız Sinoloğu Joseph De Guignes’in, dilimize Hüseyin Cahid Yalçın tarafından, “Türklerin Tarih-i Umumisi” adı ile 8 cilt halinde tercüme edilen eserinde, Mete’nin adını Çince işaretleri Mei-dei (Mei-tei) şeklinde okumuştu. Bu nedenle türk Tarihçileri de bu adı doğrudan “Mete” olarak okumuşlar ve böylece literatüre yerleşmişti. Günümüzden 250 yıl öncesinde yaşayan bu alimin döneminde, Mete’nin Çince işaretlerle yazılmış adının bu şekilde çevrilmiş olması normal bir durumdur. Bugün modern Çin dilinin kurallarına göre bu Çince işaretler “Mao-tun”, yani “Mao-dun” şeklinde okunmaktadır. Ögel Hoca bu konuda; “Aynı işaretler Mete çağında ise Bak-tut şeklinde okunurdu. Çinliler kelime sonundaki “r” sesini okuyamazlar ve bu sesi “t” şekline sokarlardı, öyle anlaşılıyor ki Mete’nin esas adı da eski Türkçedeki “ Bagatur” ve orta Türkçedeki “ Bahadır” dan başka bir şey değildi. Bu güzel buluş Alman Sinoloğu F. Hirth’e aittir.” demektedir.

 

Joseph De Guignes aynı eserinde Mete’nin babasının adını ise “ Teo-man” okudu. Bugünkü sinoloji bu adı “ T’ou-man” okuyordu. Bahaeddin Ögel hoca “Bu ad da herhalde eski Türkçe “ Tuman” ve bugünkü Türkçemizdeki “Duman” dan başka bir şey değildi11.” demişti.

 

Hoca’nın kanaatine aykırı bir görüş taşıdığımızdan veya katılmadığımızdan değil, yaptığımız çalışmaya ulaşabilecek olanların kavram karmaşası yaşamamaları için biz yine de bilinen ve yerleşik adlarıyla “Teoman” ve “Mete” olarak anmaya devam etmek zorundayız.

 

Mete’nin tarih sahnesine çıkışına kadar Çin düşünce düzeni değişmeden devam etti. Mete’nin ortaya çıkması ile Çin devleti ile beraber Çinlilerin dünya görüşü de temelinden sarsıldı. Artık yeryüzünde en güçlü devlet olarak yalnız Çin Devleti olmadığı, yanı başlarında çok kuvvetli ve kendilerinden daha düzenli bir Hun devletinin varlığı kabul edilmek zorundaydı. Fakat Çin, muhafazakâr ve mağrurdu. Aslında eski devlet felsefesinden vazgeçmiyordu. Fakat pratikde bir çok yeni siyaset ve stratejiler uygulamak zorunda kaldı. Büyük Hun devleti karşısında hayatını korumak zorunda olan Çin, hayal âlemini bırakmış ve gerçek hayata uyma çabasına girmişti. Tarih boyunca Çin’in başarısı, karşısındaki düşmanı tanıması ile ilgilidir. Bu sebeple Büyük Hun Devleti hakkında bilgi toplamaya başladılar12.

 

Mete’nin gençliği sırasında Büyük Hun devleti, Çin için büyük bir tehlike teşkil etmiyordu. Bu sebeple toplanan bilgiler sonradan olduğu gibi bizzat görülerek değil; ancak duyularak elde edilmişti. Mete’nin Çin’e yaptığı seferlerinden sonra Çinliler onu daha iyi tanımışlardı. Fakat onun bu dönemden öncesi hakkındaki bilgileri tamamlayarak biyografisini oluşturmaları gerekiyordu. Onun çocukluk ve gençlik yılları hakkındaki bilgileri Hun halkından derlediler. Mete, bir cihan imparatoru olmuş ve kendi halkının gözünde efsaneleşmiş bir liderdi. Çinlilerin Onun geçmişi hakkında topladıkları bilgiler efsane ve mitolojiyle karışmış bir haldeydi. Bu nedenle, Çin yıllıklarında Mete’nin gençliğine ait bilgiler hikâye ve masal üslubu ile yazılmıştır13.

 

Hunlar daha ziyade Tanrı dağlarının Doğu uçlarından batıya doğru uzanan büyük bir kitle idiler. Batıda nereye kadar uzadıklarını bilmiyoruz. Çünkü elimizde hiç bir kaynak yoktur. Öyle anlaşılıyor ki, kuzey-batıda Volga ırmağına; güney-batıda da Türkistan’a kadar uzanan bölgelerde yaşayan halklar onların akrabaları idiler14.

 

İmparatorluk kurulduktan sonra tıpkı Göktürk devletinde olduğu gibi, devletin ağırlığı ve İmparatorluğun başkenti doğuya kaymış ve başkent, Orhun nehrinin kaynaklarını aldığı Ötügen bölgesinde kurulmuştu.

 

Burası, bütün Orta Asya’nın en kutsal yeri idi. İnanca göre, bütün büyük imparatorlukların başkenti burada kurulmalı idi. Esasen bu bölgeyi ele geçiremeyen ve başkentini de burada kuramayan bir devlet, büyük bir teşekkül veya imparatorluk sayılmazdı. Bu sebeple Avar, Göktürk, Uygur ve hatta Çingiz Han’ın kurduğu Moğol imparatorluğu bile biraz geliştikten sonra, başkentlerini buraya taşımışlardı.

 

Bugün Türk kara Kuvvetlerinin kuruluş tarihi olarak da kabul ettiğimiz M.Ö.209 yılı Mete’nin yönetimi devraldığı yıldır. O daha babası döneminde kendisine verilen 10 bin kişilik bir tümeni çok katı bir askeri disiplinle eğitmişti. Yönetimi aldığında tüm orduya bu sistemi uyguladı. Dönem için motorize kabul edilebilecek süvari birlikleri, katı bir askeri disiplinle bir araya gelmiş oluyordu . Bu durum, komşuları ve özellikle Çin için pek alışılmış bir şey değildi. Tartışmasız bir askeri zekaya sahip olduğu anlaşılan Mete, yeterince güçlene kadar komşularıyla ve Çin ile iyi ilişkiler kurmaya özen göstermişti 15. Ordusunun istenen düzeye gelmesini, silah ve teçhizat olarak yeterli olmasını bekledi. Sonrasında yine bir askeri zeka örneği olarak önce bozkır komşularının üzerine yürüyerek onları hakimiyeti altına aldı. Sonrasında bu kavimleri birleştirerek, kendi deyimiyle “yay çeken tüm halkları” birleştirdi. Bu duruma ulaştıktan sonra Çin ile mücadele etmeye başladı. Dönemin süper gücü sayılabilecek bir devlet ile uğraşmadan önce sıkı bir askeri disiplin ve eğitim, arkasından bölgedeki parçalı kavimleri birleştirme, onlardan da sağladığın insan kaynaklarını ordusuna entegre etme ve tüm hazırlıkları yaptıktan sonra Çin üzerine yürüme olarak değerlendirebileceğimiz bu yol haritası, dönem için oldukça stratejik ve gelişmiş bir askeri anlayışın eseridir.

Savaşları sayıların değil, askeri stratejilerin kazandığını gösteren bu yol haritası, aynı zamanda Türklerin askeri yeteneğini, halktan kurulu ordularıyla neleri başardıklarını göstermesi bakımından çok anlamlıdır.

 

Hun Türkleri karşısında acze düşen Çin, onlarla mücadelede yine Türk taktiklerini uygulamaya büyük önem verdi. Çinli komutanlar, Hunlara karşı yaptıkları her seferin düzenli raporlarını yazdılar. Bu raporlar doğrultusunda Çin kendi askeri sistemlerinde, ordu düzeninde, sınır boylarında önlemler almıştı. Devlet arşivinde toplanan bu resmî belgeler, daha sonra Çinli tarihçiler tarafından düzenlenerek Çin Yıllıkları meydana getirilmişti16.

 

Çinliler özellikle Chao İmparatoru Wu-ling’den itibaren yeni surlar yaptırarak, sınırlarda istihkamlar oluşturarak önlemler almaya başladılar. Sadece surlar ile Hun akınlarının durduramayacaklarını biliyorlardı. Çin halkının muhafazakar tutumuna rağmen, güçlükle yapabildikleri reformlar ile ordularının giyim ve silahlarını Hun usulüne benzetebildiler. Hunların üstünlüğünü giyim ve silahlarında görüyorlardı. Bu nedenle düşmana kendi silahıyla karşılık verilmesi gerektiğini düşündüler. Hunlar düşmandı ama aynı zamanda çok iyi bir örnekti. Wu-ling’in emriyle ordusundaki manevra kabiliyeti sınırlı savaş arabaları hizmetten kaldırıldı. Yerine Hunlarınki gibi manevra kabiliyeti yüksek ve son derece hareketli atlı birlikler oluşturuldu. Askerlerin hareketini engelleyen bol ve uzun elbiseler yerine vücudu saran Hun pantolonları, çizmeleri ve başlıkları (börk) giydirildi. Bele Hun kemerleri bağlanmaya başladı. En önemlisi, Çin ordusu Hun silahlarıyla donatıldı ve Hun tarzı askeri eğitimlere başlandı. Kendilerinin sayıca da fazla olması durumu Çin’in lehine çevirdi17.

 

Milat yıllarından itibaren Asya Hun İmparatorluğunun dağılmasıyla bölgede genel olarak bir Çin hakimiyeti ve parçalı Türk unsurların yerel hakimiyetleri görüldü. Bu durum 552 yılında Bumin’in yeniden güçlü bir Türk Devleti kuruşuna kadar devam etti. Çin yıllıklarına göre Bumin’in mensup olduğu A-Shih-na (Aşına) sülalesi, Hyung-nu (Hun) ların bir koludur 17. Gök-Türklerin menşei konusunda ortaya çıkan en belirgin ve isabetli sonuç 542 yılına kadar Altay dağlarının güney eteklerinde yaşıyor olmaları, bütün Çin kaynaklarının ittifakla bildirdiği üzere Hun’lardan gelmeleri ve onların kuzeyinde bulunmuş olmalarıdır19.

 

Persler yani İranlılar tarafından Kermichion diye adlandırılanlar Göktürklerdir. Kermichion adının Chion unsuru, Hunların Farsça Hyón adının Yunanca kaydedilmiş şeklidir. Hun ismi Göktürkleri belirtmek için de kullanılmıştır20.

 

Şenol SOYDAN

 

 

KAYNAKLAR :
1- Rásonyi, L., “Tarihte Türklük”, Türkler Cilt 1, (Ed. Hasan Celal Güzel, Kemal Çiçek, Salim Koca), Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002. s.496
2- Rásonyi, L.,a.g.e.s.497
3- Kafesoğlu, İ., “Türk Milli Kültürü”, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1998, s.280
4- Erebrhard, W., “Eski Türk Devletlerinin Ekonomisi Hakkında İncelemeler-1”, Belleten Cilt:IX, Sayı 33,34,35,36, Türk tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1941, s.488-89
5- J. J. M. de Groot, “Chinesische Urkunden zur Geschichte Asiens. Die Hunnen der vorchristlichen Zeit”, Leipzig, 1921, s.53.
6- Koca, S., “Büyük Hun Devleti” Türkler Cilt 1, (Ed. Hasan Celal Güzel, Kemal Çiçek, Salim Koca), Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002. s.1047,1048.
7- Erebrhard, W., “Eski Çin Kültürü ve Türkler”, Türkler Cilt 1, (Ed. Hasan Celal Güzel, Kemal Çiçek, Salim Koca), Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002. s.794
8- Erebrhard, W.,a.g.e.s.795
9- J. J. M. de Groot, a.g.e.s.53
10- Koca, S., a.g.e. s.1047
11- ÖGEL, B., “Türk Mitolojisi I (Kaynakları ve açıklamaları ile destanlar)” 5. Baskı (Tıpkıbasım), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 2010, s.18-19.
12- ÖGEL, B., a.g.e.s.15-16
13- ÖGEL, B., a.g.e.s.17.
14- ÖGEL, B., a.g.e.. s.17
15- ÖGEL, B., “Büyük Hun Devletinden Önceki Orta Asya’nın Etnik Durumu”, Dil ve Tarih Coğ. Fak. Dergisi, 1947, Sayı 8, s. 663-679.
16- ÖGEL, B., “Büyük Hun Devletinden Onceki Orta Asyanın Etnik Durumu”, Dil ve Tarih Coğ. Fak. Dergisi, 1947, Sayı 8, s. 665-66.
17 Koca, S., “Büyük Hun Devleti” Türkler Cilt 1, (Ed. Hasan Celal Güzel, Kemal Çiçek, Salim Koca), Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002. s.1050-52.
18- Gumilev, L, N., “Hunlar”, (Rusçadan Çev. D. Ahsen BATUR), 4. Baskı, Selenge Yayınları, İstanbul, 2005, s.505
19- Taşağıl, A., “Göktürkler I” 2.Baskı, TTK Yayınları, Ankara, 2003, s.9
20- Czeglédy, K., “Bozkır Kavimlerinin Doğu’dan Batı’ya Göçleri” (çev. E. Çoban), İstanbul 1998, s.66.

Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.