enflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhp
DOLAR
32,5351
EURO
34,9450
ALTIN
2.439,05
BIST
9.716,77
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Kocaeli
Az Bulutlu
22°C
Kocaeli
22°C
Az Bulutlu
Cuma Az Bulutlu
19°C
Cumartesi Az Bulutlu
17°C
Pazar Çok Bulutlu
18°C
Pazartesi Az Bulutlu
18°C

TÜRK KÜLTÜRÜNDE ASKER VE SİLAH

29.08.2020
A+
A-
Bozkır kültürü yerleşik kültürlere oranla çok zor şartların geliştirdiği sistemler bütünüdür. Tarıma elverişsiz geniş bozkırlar, hayvancılığı zorunlu kılar. M.Ö.4 bin ile 3 bin 500 yılları arasında atı evcilleştiren Türk boyları, hayvancılığı da yine at ile başlattılar. Hayvancılıkta, yazlak ve kışlaklar arasında hareket zorunludur. Büyük sürülerin kontrolü ve korunması için silah (tulum) edinmek ve silahlanmak (tulumlanmak) gerekir. Bozkır Kültürünün nüvesini hayvancılık oluşturur dersek sanırım yanılmış olmayız.
Boyların otlaklarının belirlenmesi, birbirlerinin otlaklarına tecavüzlerinin önlenmesi, dış saldırılara karşı hayvanların ve otlakların korunması için ordu gereklidir. Ancak, aynı zamanda büyük hayvan sürülerini (at, koyun, keçi, sığır) korumak için de silahlı insan gücüne ihtiyaç vardır. Bu şartlar “Ordu-Ulus” denilen sistemi zorunlu kılmıştır. Bu nedenle mevcut insan gücü çok etkili örgütlenmiş, barış zamanı gündelik işleri ve çoğunlukla hayvanlarıyla ilgilenen halk, aynı zamanda savaş talimi sayılabilecek uğraşlar ve eğlencelerle kendini eğitmiş, savaş zamanı asker olarak toprakların korunmasında görev almıştır. Sistem o kadar güzel örgütlenmiştir ki; savaş anında bir boyun en uç kısmındaki mensup, savaş düzeninin neresinde ve hangi birlikte görev alacağını bilirdi.
Savaş sırasında saldırı silahları olarak; ok ve yay, mızrak, kılıç ve türleri ile balta kullanılmış, (Baykara,2001:172) yakın savaşlarda; kargı, süngü ve kalkan da kullanılmıştır. (Kafesoğlu,2011:274)
Ok ve Yay :
Türk tarihinin başından itibaren kullanılmıştır. Çok farklı türde yay geliştirilmiştir. Bunların arasında süvari için üretilen ve at üzerinde kullanılması kolay olan küçük ebatlılar en yaygınıdır. Kuzetçiler için üretilen daha büyük boyları, ok ile haberleşmede bile işlev görmüştür. Yay, genellikle sert ve sağlam olduğu için “kayın” ağacından yapılır. Yaylar, ağaçtan veya boynuzdan yapılmış “kavisli kısmı”, ile öküz bacaklarının sinirinden veya hayvan bağırsağından yapılmış “gerilen kısmı” yani kirişten oluşur. Üzerine sırım (ince deri parçası) veya sinir sarılmaktaydı. Bundan maksat, yayın hem direncini artırmak, hem de kuruyup bozulmasını engellemektir. Esnekliğini korumak için üzerine zamk sürülürdü. Kurulması çok zor olan ve çok uzaklara erişme özelliği olan çift yönlü yaylar “Refleks” tipiktir. Her askerin genelde iki yayı olur, bu yaylar “yaylıg” adı verilen muhafaza kabları içinde, biri askerin kemerine biri atının terkisine asılırdı.
Oklar üç bölümden oluşur. Demir çağıyla birlikte vurucu bölgesi (başak) demirden yapılmaya başlanınca, eski dil ile “temürgen” temren adını almıştır. İkinci bölüm genelde huş ağacında ahşap çubuk ve dengesini sağlayan son kısımda “yelek” bulunurdu. Oklar, “sadak, okluk, kuruglug, kiş, kiş kuruglug” gibi adlarla anılan torbalarda taşınır, genelde kavak kabuğundan yapılan bu sadaklar (torbalar), ya atın terkisine, ya da savaşçının omzuna veya bel kayışına asılırdı.
Kılıç-Kıngırak : 
Türk kılıcı kendisine özgü hatları olan greklerin “Akinakes” dedikleri türdür. Maden işlemede, dönemdeşlerine oranla epeyce ileri olan Türk boyları, piyade ve ağır zırhlı düşmanlarının aksine, daha kısa, kullanımı kolay ancak maden olarak sert kılıçlarıyla üstünlük sağlamışlardır. Bir askerin genelde iki kılıcı olurdu. Bunlardan biri bel kemerinde, biri omuzda veya at koşumuna eklidir. İnce ve çok keskin namlu kısmı, düz veya kavisli olabilirdi. Kılıcın kavisi rastgele verilmiş bir eğrilik değildi. Vurulan yerde bütün güç kaviste toplandığı için oldukça etkiliydi. Genellikle ahşap olan Türk kılıçlarının kabzaları (boyın), sade ve yalın değildi; kabzaların başı, bazen Türklerin hayatında önemli bir yer tutan kurt veya kartal (bürküt) başları şeklinde yapılarak, kılıçlara bir sanat eseri özelliği kazandırılıyordu.
Kılıçlar, yalın halde değil, “kın” adı verilen bir çeşit kılıf içinde taşınmaktaydı. Kılıç kını da bir halka ile savaşçının kemerine asılmaktaydı. Kılıç çekmekte kolaylık sağlamak için, kılıç kınının yeri sol tarafta bulunmaktaydı.
Ayrıca, yakın savaşlarda yada esir düşülmesi durumunda kullanmaları için eğri hançer “kıngırak” her askerin vazgeçilmezidir.
Kalkan (Tura) :
Düzenli ve ücretli, içinde piyadelerin de bulunduğu ordu edinilene kadar (Selçuklu dönemi) Türk kalkan tipi piyadelere oranla daha küçük ve hafiftir. Sol elle tutulur. Dikdörtgen, yuvarlak veya kabarık olabilir. İlk dönemler için hasır ve kösele kullanılmıştır. Yapıldığı malzemeye göre demir olanlara “hacefe”, çelik kalkanların yuvarlak olanına “yaleb” sair malzemeden yapılana “matrak” denir. Kalkanın orta bölümünde “mıh” yani çivi bulunur ve yakın savaşta aynı zamanda saldırı aracı olarak da kullanılabilir. Üzerindeki süsleme işçiliği Türk sanatında büyük öneme sahiptir.
Miğfer (tolga, tulga, yaşuk/aşuk)
Tepesi sivri ve fes biçimindedir. Burnu korumak için üst uzantısı, kulakları, boynu muhafaza eden yan siperlik ve levhaları olabilir. Her dönemde kullanılmıştır. Nişancılıklarını veya askeri başarılarını ispatlamış olanlar, miğferlerinin yan veya ortalarına şahin tüyü takma hakkına sahiptir. Tüylerin takıldığı bölgeye göre anlamları vardır.
Zırh (Yarık) :
İlk dönem sert deri ve köseleden üretilen, daha sonra hafif demir levhalar ve en son olarak yapımında çelik kullanılan giysilerdir. Avrupalıların, hareket kabiliyetini oldukça sınırlayan, ağır ve kalın zırhlara karşılık, Türkler her dönemde küçük metal levhaların birleştirilmesiyle oluşturulan hafif zırhlar kullanmışlardı. Bu konudaki en güzel örnekler Selçuklu ve Memlüklerde görülür. Türk zırhı süvariye hareket serbestliği sağlar. Süvariler, en kıymetli yardımcıları olan atları için de zırh kullanırlardı. Bu tür zırhı atlara “kidimli” giyimli at denirdi. Atlara giydirilen zırh; at alın, boyun ve sağrı zırhı olmak üzere üç parçaya ayrılırdı. (1.Kılıçarslan, Emir Çavlı ile savaştığında atının da zırhlı olması sebebiyle nehirde boğulmuştur.)
Türkler, iki çeşit zırh kullanmaktaydılar. Bunlardan biri “kübe yarık”, diğer “say yarık” adıyla anılmaktaydı. “Kübe yarık” bütün vücudu örten bir zırh idi. “Say yarık” ise, sadece demir göğüslükten ibaretti.
Cevşen ve Zemberek :
Cevşen, örme zırh demektir. Genelde boyun bölgesi ve omuzlardan itibaren kolları korumakta kullanılır. Eklem hareketlerine fırsat verir. (Resimde askerin boynundan kol dirseklerine kadar örten bölüm) Demir örme, çelik yada pirinçten yapılır.
Ayrıca, Mızrak (kargı, süngüg), kısa mızrak (kaçut), hançer (bügde/bükte), gürz (topuz), kamçı (berge) ve kement (ukruk) gibi çeşitli yakın mesafe silahları kullanılmıştır.
Yazarın Diğer Yazıları
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.